EN

CHP Uluslararası Suriye Konferansı; ‘Suriye’de barışa açılan kapı’-Metin Çorabatır

01.10.2019

CHP ULUSLARARASI SURİYE KONFERANSI; ‘SURİYE’DE BARIŞA AÇILAN KAPI’

(International Syria Conference, “A path to peace in Syria”)

Metin ÇORABATIR

İltica ve Göç Araştırmaları Merkezi Başkanı

(Konuşma metni)

28 Eylül 2019-Tarabya-İstanbul

 

 

 

Sayın Büyükelçi Faruk Loloğlu, Sayın CHP genel Başkanı, değerli konuklar. Açılış konuşmalarında Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, CHP’nin Suriye’de barışın sağlanması için gösterdiği çabaları bize özetler. Bu çabaların yanısıra özellikle bugün bu konferansın CHP tarafından gerçekleşmiş olması bence büyük bir tarihi önem taşıyor. Beni bu toplantıya davet ettiğiniz için çok teşekkür ederim.

Türkiye dört milyon mülteciye sekiz yıldan fazla bir süredir ev sahipliği yapıyor. Suriye krizinin insani boyutu İkinci Dünya Savaşı sonrasında yaşadığımız en büyük zorunlu göç hareketi anlamına gelmektedir. Artık UNHCR’ın değimiyle uzatmalı (Protracted) bir krize dönüşmüştür.

Mülteci krizler her zaman karmaşık, çok sayıda aktörün rol aldığı, farklı dinamikleri olan krizlerdir. Her büyük zorunlu nüfus hareketinin kendine has dinamikleri olmakla beraber, ortak yönleri de çoktur ve krizlerin çözümü için bu ortak yönlerden, daha önceki tecrübelerden yararlanılması gerekir. Aksi taktirde her bir krize verilecek yanıt kaotik politikalarla sonuçlanabilir.

Karşılaştığımız mülteci krizlerinin iyi yönetilmesi için sahip olduğumuz araçların başında uluslararası mülteci hukuku ve insan hakları hukuku gelmektedir. Bu hukuk, Birinci Dünya savaşı sonrasında oluşmaya başlayan, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından bir mülteci sözleşmesi ve bir uluslararası kurumun oluşumuyla konsolide olan ortak aklın bir ürünüdür. Ardında bu uzun süreç içinde yaşanan yüzmilyonun üzerinde acı ve o acıları söndürmek için verilen uğraşlar vardır. İnsanlığın bir tecrübe birikimidir.

Çağdaş Uluslararası Mülteci hukukunun başlıca unsurları şunlardır:

  1. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi (14. Madde)
  2. 1950 Tarihli BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (UNHCR) Tüzüğü, (Oybirliği ile alınan Genel Kurul Kararına ek)
  3. 1951 Tarihli Mültecilerin Statüsüne dair Sözleşme (Cenevre sözleşmesi diye de adlandırılır)
  4. 1967 Tarihli Protokol (New York)
  5. 1969 Tarihli Afrika Birliği Örgütü’nün Mülteci Sorunlarının Özel Yönlerini Düzenleyen Sözleşmesi
  6. 1984 Tarihli Cartegena Mülteci Deklerasyonu (bidirgesi)
  7. Çeşitli İnsan Hakları sözleşmeleri ve insan hakları hukuku
  8. BG Güvenlik Konseyi, Genel Kurul ve Ekonomik ve Sosyal Konsey kararları
  9. UNHCR’ın Yürütme Komitesi kararları (Exequtive Committee)
  10. UNHCR’ın yayınladığı el kitapları, rehberler, ilkeler
  11. Mahkeme kararları ve içtihatlar
  12. Akademisyen ve uzman yorumları
  13. 2018 tarihli Küresel Mülteci Mutabakatı.

Peki, tüm bu belgeler ve bunlara ek pek çok ikincil belge ne demektedir?

En önemli söylenen şey, mülteci hukuku ve pratiğinin, siyaset üstü ve insani nitelikte olduğudur.

 Uluslararası Mülteci hukuku bu temel ilkenin altında uluslararası koruma ve kalıcı çözümlerin tanımını yapmaktadır.

Uluslararası Koruma dendiği zaman en temel kuralı Mültecilerin Statüsüne dair 1951 Sözleşmesi’nin 33. Maddesi ortaya koyuyor: Bu ilke geri göndermeme ilkesidir:

  1. Madde
  2. Hiçbir Taraf Devlet, bir mülteciyi, ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi fikirleri dolayısıyla hayatı ya da özgürlüğü tehdit altında olacak ülkelerin sınırlarına, her ne şekilde olursa olsun geri göndermeyecek veya iade ("refouler") etmeyecektir.
  3. Bununla beraber, bulunduğu ülkenin güvenliği için tehlikeli sayılması yolunda ciddi sebepler bulunan veya özellikle ciddi bir adi suçtan dolayı kesinleşmiş bir hükümle mahkûm olduğu için söz konusu ülkenin halkı açısından bir tehlike oluşturmaya devam eden bir mülteci, işbu hükümden yararlanmayı talep edemez.

Bu aynı zamanda zulümden ve şiddetten kaçanlara sınırların açık tutulmasını da içermektedir.

Uluslararası mülteci hukukunun ikinci unsuru 33. Madde’nin uygulanmasıyla güvenliği sağlanan mültecinin kalıcı bir çözüme kavuşturulması, yani yeniden bir devletin korumasından yararlanabilir hale gelmesiyle ilgilidir. Bu bağlamda mültecilik istisnai bir durumdur. Devler ile kişi arasındaki koruma bağının koptuğu yerde mültecilik başlar, bu bağ, mültecinin kendi menşe ülkesinin, sığındığı ülkenin veya yerleştirileceği üçüncü bir ülkenin korumasına girdiği yerde sonlanır. Bu çerçevede uluslararası mülteci hukuku üç çeşit kalıcı çözüm öngörmektedir:

  1. Ülkesine gönüllü geri dönüş
  2. Sığındığı ülkede o ülke toplumu ile entegre olarak yeni bir hayata başlama
  3. Bir üçüncü ülkeye yerleştirilerek orada yeni yaşamını sürdürme.

Uluslararası mülteci hukukunun bağlayıcı olmadığı için ençok ihmal edilen ama günümüzün büyük krizleri karşısında yeniden hatırlanan bir ilkesi de 1951 Mülteci sözleşmesinin önsözünün 4. Paragrafında yer alan sorumluluk paylaşımı ilkesidir. Dördüncü paragraf mülteci hareketlerinin, sınır aşan niteliği nedeniyle çözümlerin de ancak uluslararası işbirliği ve dayanışma ile olabileceğinin altını çizmektedir. Bu ilkenin öneminin idrak edilmesiyle beraber 2018 yılında 170 ülke, Küresel Mülteci Mutabakatı’nı imzaladı.

Dünya uygulamalarına baktığımızda, uluslararası mülteci hukukunun ilkeleri, hem gelişmekte olan ülkelerce hem de bu hukukun doğduğu gelişmiş ülkeler başta olmak üzere sanayileşmiş ülkelerde ihlallere uğradığını görüyoruz.  Batılı ülkeler mültecileri sınırlarının dışında tutmak için son yıllarda birçok uygulama geliştirdiler.  Vize uygulamaları, göç uzmanlarının mülteci veren ülke havaalanı ve limanlarında görevlendirmek, sığınma taleplerinin başka ülkelerde değerlendirilmesi, ülke içi yerleştirme Seçeneği (Internal Flight/relocation Alternative) uygulamaları bu yöntemlerin en yaygın kullanılanları arasında yer alıyor.

Türkiye’deki duruma bakacak olursak özetle şunları söyleyebiliriz:

Türkiye 1951 Mülteci sözleşmesine coğrafi bir kısıtlama ile taraftır. Yani Avrupa dışından ülkeye sığuınanlara, kapılarını açmakta ama mülteci statüsü vermemektedir. Bu mülteciler için tek çözüm öteden beri bir üçüncü ülkeye yerleştirilmek olmuştur. Onbinlerce İranlı, Iraklı, Afgan ve Afrikalı mülteciyi UNHCR, ABD, Kanada ve bazı Avrupa ülkelerine yerleştirmiştir.

2011 yılında Suriye’den kitle halinde mülteci akımı başladığında Türkiye’nin bir sığınma yasası henüz yoktu. Türkiye 33. Madde yükümlülüğünü, yani geri göndermeme kuralını yerine getirerek açık kapı politasıyla milyonlarca mülteciye koruma sağladı. Suriye krizinin başlamasından iki yol sonra TBMM 2013’te tüm partilerin oybirliği ile 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma (YUKK) başlığı altında tarihinin ilk sığınma yasasını çıkarttı. Yasayla sivil bir göç idaresi genel müdürlüğü kuruldu. Yasanın çıkışını, UNHCR ve AB bir önemli reform olarak alkışlasalar da yasa coğrafi kısıtlamayı sürdürerek çıktı. Yani yasanın tüm uzun metnine rağmen Avrupa dışından gelen mülteciler Türkiye’de mülteci statüsünün dolayısıyla statünün getireceği haklardan mahrum kaldılar. Yasanın varsayımı kalıcı çözüm olarak üçüncü ülkeye yerleştirmenin sonsuza kadar devam edeceği şeklindeydi.  YUKK tam olarak 2014’te yürürlüğe girdi. Sayıları hızla artan Suriyeliler zaten Avrupa dışındaki bir ülke vatandaşı olmadıklarından mülteci statüsü ve onun öngördüğü haklardan yararlandırılmazken, yasanın 91. Maddesi gereği kalabalık gruplar halinde geldiklerinden “geçici koruma” statüsüne sokuldular. 2014’te geçici korumayı düzenleyen bir yönetmelik çıkartıldı.

Zaman içinde Suriyeli mülteci sayısı 3.6 milyon kişiye ulaşrken, eğitim, istihdam, sağlık alanlarında çok önemli adımlar atıldı ve atılmaya devam ediyor. STK’lar bu çabalara destek veriyor. Ancak tüm bu çabalar mülteci statüsü ve bu statünün öngördüğü hakları tanınmadığı için, daha çok reaksiyoner ve bütüncül bir plandan yoksun bir biçimde ilerliyor. Mültecilerin statülerinin olmaması, geleceğe dair hiçbir güvencelerinin bulunmaması anlamına geliyor. Her an geri gönderilme korkusu, kendilerinin ve çocuklarının geleceğini planlayamamaları en büyük sorunlar olarak karşımıza çıkıyor. Boşlukta dört milyon insandan bahsediyoruz.

CHP’ye yönelik naçizane Çözüm önerilerimizin başında mülteci sorununu parti politikalarının üzerine çıkartmak ve siyaset dışına taşımak geliyor.

Coğrafi kısıtlamanın kaldırılması için partiler arasında bir mutabakata varılmasının zamanı geçiyor.

Coğrafi kısıtlamanın kaldırılmasına paralel olarak entegrasyon konusunda geniş çaplı mevzuat değişikliklerine gidilmeli.

Ana muhalefet partisi olarak CHP’nin 17/18 Aralıktaki Küresel Mülteci Forumuna katılması gerekir.

Bu forumda zengin ülkelerin yapacakları mali destek vaatlerinin daha somuta indirgenmesi için çaba sarfedilmeli. Türkiye gibi çok sayıda mülteci barındıran ülkelere dış ticaret kolaylıkları, gümrük tarifelerinin indirilmesi gibi önerilerin ortaya konması gerekir.

Hükümetin hazırladığı yargı reformunda mültecilerin hukuki hakları, yargıya eşit başvuru hakları (1951 Sözlşmesi 16. Madde) gibi düzeltici hükümlerin gündeme getirilmesi.

Idlib’ten Türkiye’ye yönelebilecek muhtemel bir mülteci akımı karşısında yaratıcı koruma çareleri ortaya konmalı. Dört milyon mülteciye 8 yıldır ev sahipliği yapan Türkiye artık yeni mülteci alacak kapasitesinin kalmadığı ve bu alanda sorumluluk paylaşımı konusunda Batı’nın güvenini yitirdiği gerekçeleriyle kapılarına açmaz ise Idlib’teki 2 milyon sivil yeni bir katliamla karşı karşıya kalacaktır. Bu durumda hükümetin önerdiği güvenli bölge oluşturulmasına uluslararası toplumun destek verip vermeyeceği bilinmemektedir. Buna karşılık CHP artık başta UNHCR olmak üzere batıda meşruiyet kazanan Ülke içinde yerleştirme seçeneği (Internal Flight/relocation Alternative) kavramını savunabilir. Fırat’ın Doğusunda IŞID’de karşı, ABD’nin liderliğindeki “Küresel Koalisyon” Suriye’nin ¼’ünde, meşru olmayan bir etkin fiili kontrole sahiptir. IŞİD yenilmiştir ve artık bir tehdit değildir. Idlib’teki zülüm ve şiddetin müsebbibi rejim ve Rusya, Küresel koalisyon sayesinde bu alanda şiddet yapma yeteneğine sahip değildirler. PYD/PKK unsurları da Koalisyon’un denetimi altındadır. Üstelik ABD Suriye Demokratik güçlerinin Arapları da kapsayan çok etnikli bir unsur olduğunu iddia etmektedir. Bunlara ilaveten uluslararası hukuk açısından, ABD ve Küresel Koalisyon üyesi ülkeler, mültecileri, ülkesinde yerinden edilmiş kişileri, fiili egemenlik alanlarında koruma yükümlülüğüne sahiptirler.        

   

  

 

 

Whatsapp